Bir görüşe göre evrende yaşanan hiçbir şey kaybolmuyor. Sanki bir mekanizma bütün olayları kaydederek akıp gidiyor. Aşağıdaki yazıda bazı örnek olaylardan yola çıkılarak bu konu işleniyor.
Dünya adı verilen bu gezegen üzerinde herşeyi öylesine olduğu gibi kabul etmişizdir ki, bizi bu “uyku” halinden uyandırmak için bazen bir şok gerekir. Zaman olgusu, insan yaşamında hiç sorgusuz sualsiz alanlardan biridir. Çünkü, beşikten mezara, bir tek şeyi kabul etmeyi öğrenmişizdir: Zaman tarihe ya da saate göre ilerler.
Bebeklik çağından itibaren günlerimiz, aylarımız, yıllarımız hep ölçülüdür. Bize saat söylemesini öğretirler.Yani en yakınımızdaki saate bakarak zamanı ölçmesini öğreniriz. Ayrıca takvimi okumasını, yani hangi ayın temmuz, hangisinin eylül olduğunu, bir mevsimin ne zaman başlayıp bittiğini hep öğreniriz. Ama bütün zaman ölçme işlemleri bir kolaylıktan ibarettir.
Bu, insanın hayvanlarını ne zaman besleyeceğini, tohumu ne zaman atacağını hasatı ne zaman kaldıracağını bilmek için geliştirdiği bir kolaylıktır. Saat ve zaman, insanın hayatını düzene sokan ve kargaşayı dizginlemekte yardım eden araçlardır yalnızca. Ne var ki, tarih, zamanın tek biçimi olmayabilir. Evrenin kendisi insanın bilebileceğinden tamamen farklı bir zaman makinesi geliştirmiş olamaz mı?
Hem şimdide, hem geçmişte
İşte bu kozmik ya da evrensel zaman ile insanın belirlediği tarih arasındaki çelişmenin “zaman kaymaları” denilen olağanüstü olayı ortaya çıkardığı söyleniyor. Yani, zamanın iki yönü ya da boyutu sanki aynı anda işliyor. Konunun ilgilileri böyle bir durumda insanın kendini, hem şimdiki zamanda hem de geçmişte yaşarken bulabileceğini belirtiyorlar. Hatta bazen insan hem şu anda, hem de gelecekte yaşayabilir. Oldukça şaşırtıcı olan bu durum, zaman zaman can sıkıcı, hatta ürkütücü de olabilir.
Geçmişe döndü
Joan Forman adlı yazar, “Zamanın Maskesi” adlı kitabını yazmak için araştırmalar yaparken çok ilginç bazı zaman kayması olaylarını da açığa çıkardı. Bunlar özellikle geçmişe dönük kaymalardı. Örneğin, Norfolk’ta yaşayan bır adamın başından geçenler çok ilginçtir. Bay Squirrel, madeni para koleksiyoncusuydu. çoğu koleksiyoncu gibi, para örneklerini küçük plastik torbaların içinde saklıyordu. Bay Squirrel 1973 yılında Norfolk’un Great Yarmouth yöresindeki bir dükkana gitmeye karar verdi. Bu dükkanda uygun torbalar satıldığını duymuştu. Dükkanın yerini aşağı yukarı biliyordu. Fakat daha önce oraya hiç gitmemişti.
Eski tarz bir dükkan
Dükkanın ön kısmındaki kaldırım taşlı bölüm ve dükkanın rengarenk boyalı cephesi Squirrel’i etkiledi. Dükkanın iç kısmında da ,onun ilgisini çeken ayrıntılar vardı. Bunlar çiçek motifli resim çerçeveleri, eski tarz kutular, bir sandık ve bastondu. Squirrel çok ilgisini çeken bu dükkanı incelemeyi daha fazla sürdüremedi, çünkü tezgahtar kız gelmişti. Kızın uzun siyah bir etekliği ve eski türden fistolu yakaları bulunan bir bluzu vardı. Kızın saçları da düzgün bir topuz yapılmıştı.
Eski paralar ve garip sessizlik
Bu olay 1973′te geçiyordu. O tarihlerde kadıngiysilerinde büyük bir çeşitlilik göze çarpıyordu. Eskiden moda olan uzun eteklerin ya da fistolubluzların giyilmesi bu yüzden yaşlı koleksiyoncunun hiç garibine gitmemişti. Tezgahtar kızdan paralarını koyacak naylon torba istedi. Kızcağız da bir yığın torbayla dolu kocaman bir kahverengi kutudan adamın istediği torbaları çıkardı. Bay Squirrel, ne kadar çok torba olduğunu hayretle sordu. Kız da, yelkenli gemilerle denize çıkan adamların balık zokalarını koymak için bunlardan bolca aldıklarını söyledi.
O, bu tür bir cevaba biraz şaşırdı tabii.
Ama gene de sesini çıkarmadı. Torbaların karşılığında bir miktar bozuk para uzattı. Tezgahtar kız, ücretin 1 şiling olduğunu söyledi. İngiliz para sisteminde şiling çoktan kalkmıştı. Ama yaşlı koleksiyoncu buna da çok şaşırmadı. Çünkü hala eski sistemle düşünmeyi bırakamamıştı. Kıza 5 penilik bir para verince bu kez tezgahtar şaşkın gözlerle baktı. Ama bir şey demeden parayı aldı. Bu alış verişte Bay Squirrel’i şaşırtan çok önemli başka bir şey olmuştu: Dükkanda bulunduğu süre içinde tam bir sessizlik hüküm sürüyordu. Bu sırada sokakta da en ufak bir trafik gürültüsü işitilmiyordu.
Dükkan değişiyor
Bay Squirrel bir hafta sonra, para koyacak torbalardan almak üzere yeniden o dükkana gitti. Ama dükkana yaklaştığı anda hayatının en büyük şokunu geçirdi. Bir hafta önce “geldiği dükkanla bunun en ufak bir ilgisi yoktu. Dükkanın önündeki arnavut kaldırımı asfalt olmuştu. Dükkanın içi de dışı da kararmış ve eskimişti. Payandalar hiç de bir hafta önce gördüklerine benzemiyordu.
İşin garip yanı da şuydu: Dükkanda çalışan tezgahtar, orta yaşlı bir kadıncağızdı. Üstelik orada genç bir kızın çalıştığından falan haberi yoktu. Daha da kötüsü, yaşlı koleksiyoncunun yeni torba isteğine olumsuz cevap vermesiydi. Öylesi torbalardan zaten hiç satmadıklarını söyledi. Dükkanın sahibi de tezgahtar kadının söylediklerini doğruladı.
Yaşlı adamın o dükkandan alışveriş yapmış olduğunun tek kanıtı, bir hafta önce aldığı torbalardı. Eski görünüşlü sokak da, geçmiş çağlardan kalma tezgahtar da, dükkandaki eşyalarla birlikte sırra kadem basmıştı, Sanki hiçbir zaman olmamış gibiydiler.
Geçmiş zamanın egemenliği
Daha sonra, torbaların yapılmış olabileceği tarih incelendi. Yapımcıları, bu tür torbaların Birinci Dünya Savaşı’ndan önce yapıldığını, ilk olarak da 1920′lerde kullanıldığını söylediler. Zaman kayması olaylarının en ilginçlerinden biriydi bu. Geçmiş zaman, şimdiki zamana egemen olmuştu.
Asfalt, patikaya dönüştü
Geçmişe doğru bir zaman kaymasının ilginç bir örneği de Bayan Turrell Clarke’ın başından geçti. Bayan Clark, doğum yeri olan Surrey’de akşam duasına yetişmek üzere kilisesine doğru bisikletinin pedallarını çevirirken, başına son derece garip bir olay geldi. Üzerinde yol aldığı modern asfalt yol, birdenbire bir patika halini aldı; kadıncağızın kendisi de bu patikada yürüdüğünü hissetti. Bu patikada 13. yüzyıl köylü giysileri içinde bir adam kendisine doğru yürümekteydi. Adam, Bayan Turrell Clarke’ın geçmesi için yana çekilip verdi. Kadın da, tam bu sırada rahibe giysileri içinde olduğu yolunda bir hisse kapıldı.
ingiltere’nin Surrey bölgesinde bulunan Pyrford kilisesi. Bayan Turrel Clark burada akşam duasına katıldığı sırada
kendini birden 13. yüzyılda buluverdi. Koroda, ilahiyi söyleyen papazlar 13. yüzyılın kahverengi cübbeleri içindeydiler.
Bu zaman kayması birkaç saniye sürdü. Ama bu olağanüstü görüntünün ayrıntıları, Bayan Currel Clark’ın zihnine
çakıldı. Kadın, tarihsel belgelerle karşılaştırdı. O anda ayrıntıların şaşılacak kadar doğru olduğunu gördü
Kilise yüzyıllar öncesine döndü
Bu olaydan bir ay sonra, Bayan Turrell Clarke’ın başına daha ilginç bir şey geldi. Kadın, aynı küçük kasaba kilisesindeydi. Koro ile birlikte ilahi söylüyordu. Tam ilahinin orta yerindeydiler ki, birden kilise yüzyıllar önceki haline dönüşüverdi. Zemin, toprağa; mihrap, taşa; camlar da değişerek vitraya dönmüştü.
İşin daha da garibi şuydu: Kilisenin tam orta yerinde 20. yüzyıl korosu değil, yüzyıllar öncesinin kahverengi cüppeli papazları duruyor ve aynı ilahiyi söylüyorlardı. Bu değişim anında Bayan Turrell Clarke da, kendisini, kilisenin en arkasında, dini törene katılan küçük topluluğun içinde hissetti.
Kadın gözlerini açınca
29 Mayıs 1973′te Norwich’li öğretmen Bayan Anne May, kocası ile birlikte Inverness’teki Clava kurganlarını ziyarete gitti. Bunlar, Erken Bronz devrinden kalma, yani İsa’dan önce 1800-1500 yılları arasında yaşamış insanların mezar olarak kullandığı kurganlardı. Güneşli. pırıl pırıl bir gündü. Etrafta kuşlar cıvıldaşıyordu. Bayan May önce kurganlar arasında dolaştı. Sonra, herbirini çevreleyen dikili taşları incelemeye koyuldu.
Nihayet, kuzeydoğudaki kurgana ait taşlardan birine yaslanıp gözlerini kapattı. Aslında “mutlak bir boşluk” anı yakalamaya yönelik yoga hareketini yapıyordu. Gözleri bir an kapalı kaldı. Kadın gözlerini yeniden açtığında bir grup insan gördü. Adamların üstünde eski püskü giysiler vardı. Bayan May bazılarının çapraz pantalan askısı kullandığını gördü
Adamlar yavaşça hareket ederek o dev dikilitaşlardan birini yerde sürüklüyorlardı. Bayan May, adamların özellikle uzun, siyah saçlı olduklarını fark etti. Tam bu sırada bir turist grubu oraya geldi ve görüntü kayboldu. Bayan May, 20. yüzyıla dönüvermişti.
Zaman kaymalarında çok sık rastlanan bir durumdu bu. Deneyi yaşayan kişi çevresiyle ilgileniyordu, ama çevreye tam “konsantre olmuş” da değildi. Kadının vücudu dikilitaşa değdiği anda, sanki şimdiki zamandan geçmişe ani bir geçiş oldu. Şimdiki zamana dönüş de aynı hızla oluverdi.
Inverness’teki Bronz çağı’na ait Clava mezarlığında (kurgan) bulunan dikili taş. Ziyaretçilerden biri bu taşa
yaslandı ve birden zaman kayması gerçekleşti: Kadın, yaklaşık 2 bin yıl önce mezarların yapılışına tanık oldu.
Oynayan çocuklar
Joan Farrnan da, “Zamanın Maskesi” adlı kitabı için araştırmalar yaparken Derbyshire’ da bir zaman kayması olayı yaşadı. Orada Haddon Hall adlı binayı geziyordu. Aslında, o sırada çalışmalarını düşünmüyordu. Tatildeydi ve bu eski yapı her zaman görmek istediği bir yerdi. Binaya girmeden önce avluda durmuş, mimarinin güzelliğini, giriş kapısını ve kapıya çıkan merdivenleri inceliyordu.
Birden çok garip birşey gördü. Merdivenlerin başında bir grup çocuk oynuyordu. Küçük bir erkek çocuğu, ondan biraz daha büyük iki erkek çocuğu, 9 yaşlarında bir de kız. Kızın arkası Forman’a dönüktü. Yazar, onun omuzlarına dökülen sarı saçlarını, beyaz şapkasını ve dantel yakalı yeşil-gri ipek giysisini görebiliyordu. Çocuklar, çok komik olduğu anlaşılan bir şakaya katıla katıla gülüyorlardı.
Gördüğü çocuğun resmi
Binaya giren Forman, duvardaki portreleri dikkatle incelemeye koyuldu. Çünkü, en azından o 9 yaşlarındaki kızın Haddon sülalesinden olduğundan emindi. Duvarlara asılı portreler arasında dolaşırken, Haddon ailesinin atalarına ait tablolar arasında birden aradığını buldu. Beyaz şapka; dantel yakalı, yeşil-gri ipek elbise giymiş sarışın bir kız ona bakıyordu. Çocuğun yüzü, dışarıda basamaklarda gördüğü yüzün aynıydı. Geniş, köşeli çene konusunda yanılmasına imkan yoktu. Müzenin bekçisine sorduğunda, bekçi bu portrenin Lady Grace Manners adlı soylu bir kişiye ait olduğunu söyledi.
İngiltere’nin Derbyshire bölgesinde Haddon Hall malikanesinın avlusu. Yazar Joan Forman burayı ziyaret ettiği
sırada, çok eskiden malikanede yaşamış çocukların bu avluda kahkahalarla oyun oynadıklarını gördü. Görüntü,
belli bir noktada durulunca ortaya çıkıveriyordu. Tıpkı, eski bir filmi görmek için düğmeye basar gibi
Ortak nokta
Bu olayların bazılarında ortak bir nokta var. Olayı yaşayan kişiler belli bir noktada duruyorlar ve orayı terk ettikleri anda da görüntü kayboluveriyor. Tüm bu olaylardan anlaşıldığı kadarıyla zaman kavramı, kule saatlerinden, duvar saatlerinden, ya da kol saatlerinden ibaret değil. Hatta, doğrusunu söylemek gerekirse bu saatlerin, evrenin gerçek saatiyle çok az ilişkisi var.
Zaman konusunda 2 görüş
Zaman konusunda çok çeşitli görüşler vardır. “Zamanla Bir Deney” adlı kitabın yazarı J. W. Dunne da bu konuda yaptığı öncü çalışmalarının sonucunda ilginç hir görüş geliştirdi. Zamanın tek biçiminin kronolojik olmayabileceğini söyleyen Dunne, 1920′lerde herkesi şaşırtmıştı.
Dunne’ın ortaya attığı görüşlerin çoğu, gördüğü rüyalara dayanıyordu. Sık sık bazı olayların olacağını önceden rüyasında gören ve daha sonra bunları gazetelerden okuyan Dunne, gördüğü rüyaları kaydetti. O zaman, rüyaların geçmiş, gelecek ve şimdiki zamanın bir karışımı olduğunu saptadı.
Dunne, büyük bir buluş yaptığını anlamıştı. Ama, bunun yalnız kendi başından geçtiğini düşünmek gibi bir hataya düştü. Olacakları önceden rüyasında görme kavramını anlamıştı ama zamanı kesin bir sonla noktalanan tek bir boyut olarak düşünmeye devam etti.
Dunne’ın eseri, 20. yüzyılın en büyük yazarlarından biri olan J. B. Priest!ey’e esin kaynağı oldu. Priestley, zamanı üç bölüme ayrılmış bir süreç olarak ele aldı: Zaman Bir: Saatin gösterdiği zaman. Zaman iki: Muhtemel gelecekteki zaman. Zaman Üç:Yaratıcı hayal gücünün zamanı. Priestley’in 1940′larda yazdığı “Insan ve Zaman” adlı kitap, zamanın niteliği konusunda çok ilginç gözlemlerle doludur. Priestley’e göre kronolojik zaman, olayların birbirini nasıl izlediğini açıklamak için bulunmuş bir yoldur yalnızca. Yani, nedensellik fikrine bağımlıdır. Oysa, durum böyle değilse ne olacak? Yani, eğer psikolog Jung’un önerdiği gibi evrenin en temel ilkelerinden biri “neden dışıiık” ise, zaman da insanoğluna istediği oyunu oynayabilecektir pekala.”
Kaynak: Bilinmeyen, Sayı:30
0 yorum: